Ağustos 27, 2008

kimse sevdiği işlerle uğraşmıyordu.


herkes sadece bir gün gerçekten mutlu olabileceği hayaliyle çırpınıyor kimse bir yere varamıyor çokluk çıkan ilk fır'sat'ta hayallere el sallanıyordu . herşeyin ileriye dönük planlar dahilinde işlediği yerde zaman kavramı pek de mukteza değildi hani. ve en çok içimizdeki geleceğe ait endişe yakıyordu canımızı.
ya kopacaktık tüm bu planlı psikopatlıktan, kopuk yaşayıp kopuk ölecektik. ya da sorumluluğa boğulup birer robota dönüşecektik. ama seçimler bizim seçimlerimizdi ve sonuçlarına katlanmak zorundaydık evet. ya baştan empoze edilenler, seçimlerin sonucu değil ki onlar tepeden yağıyorlar.
ne kadar fazla sorumluluk o kadar çok yük.
ne kadar az sorumluluk o kadar çok surat, o kadar çok aylak, yaramaz etiketi.

biz çocukken, çocuklara sorumsuzca gezebilme hakkı tanınmalıydı oysa. günlerce değil belki ama çocuk olduklarının farkına varabilecekleri kadar.
hep başarı zorunluluğu, mükemmeliyetçilik savaşı. sunulan düzene ayak uydurma zorunluluğu, kimselere yenilmemek için ezme, sürreal mutluluklara tamah edip gülme, ele güne karşı yalandan kurgulanmış hayatlar yaşama sorunsalı.
işin garip tarafı;
kimse istemezdi böyle hayatlar yaşamayı.
nereden geliyordu bu antagonizma?
bize öğretilen değil miydi; gerçekte her bi şey ya beyaz ya siyah..


güzel foto için Akın' a sonsuz teşekkür..

Ağustos 23, 2008

sevgiliye..


zamanın gençliğimize engel teşkil etmediği yerdeyiz ya..
tek gayemiz mutlu uyumak artık. hırsı olmayan insanların sadece gönül tokluğuna çalıştığı,
ağaç evlerde akşam olunca güneşe nazır deniz, uykuya dalınan yerdeyiz sevgilim.
dalgaya karşı yüzerek mutlu, deniz minaresinden tokalarımı dizerken sen..

sıradan günleri huzurlu geçirip, mutlu sonlandırıyoruz.
beklentilerimiz aşmıyor yaşantılarımızı. henüz yaşlanmadık ama yaşadık en büyüklerini tüm o heveslerin ve içimizde ukteler yok artık. çok elzem değil şehirler, yollar kumdan artık ve asfalt sıcağına uzak, rüzgarın kapıları değil ağaçlara çarptığı yerde delice dönen rüzgar güllerine dalıyoruz..

uzağındayız en sevdiklerimizin, özlemekteyiz de muntazaman. ama uzak ve mutluyuz bak. günlüklerimiz kime ulaşacağını bilmeden şarap şişelerine yarenlik yapıp da açılıyor denize her akşam.
lodos çıkıyor..
lodos çıkıyor.. ve tüm güzelliğiyle bir doğa şamatası döndürüyor başımızı..uçuşuyor saçlarımız kaçarken yağmurundan..derken deniz sesleniyor..
gözgöze gelip kulak veriyoruz çağrıya.. tüm deniz sakinleri memnun, su sıcak dahası güneşin henüz battığı saatte gökyüzü pembe, mavi..

işte o gün tüm dileklerim sana adandı küçük sevgilim.
ama artık çok mavi günlerde griye karışıyor zihnim..
bil isterim artık kimselerin bilmediği yerde yaşıyorum..
zayıf suratlı hırsızlar geçiyor caddeden..
kimseler uyumuyor güvensizlikten ve en çok sokak lambaları konuşuyor arsızca..
aralık sonu gibi bir zaman dilimini bencil iklimlerle paylaşıyor sadece kuru ayazı soluyor, ciğerlerime bir miktar karbonmonoksit salık veriyorum sabahın 4ünde..

kuru öksürük gevrekliğinde uykunun en güzel yerinden uyanıyorum sana.
farkediyorum, üzülürken..

güzel kare için Serin' e sonsuz teşekkür..

Ağustos 03, 2008

the sheltering sky


-Yolunuzu mu kaybettiniz?
-Evet.
-Ne zaman ölüceğimizi bilemediğimiz için hayat hiç bitmeyecekmiş gibi gelir. Ama hiç bir şey çok tekrarlamaz kendini. Aslında çok az tekrarlar. Çocukluğunuzun bir öğleden sonrasını öyle ki hayatınızı onsuz düşünemediğiniz sizi derinden etkilemiş bir öğleden sonrayı daha kaç kez anımsayabilirsiniz ki. Belki dört beş kez daha..Belki o kadar bile değil. Dolunayın çıkışını daha kaç kez izleyebileceksiniz? Belki yirmi.. Ama yine de her şey sonsuzmuş gibi gelir.


diyalog ve resim ''Çölde Çay'' dan..

Ağustos 01, 2008

uçuştu..


zihni bulandı..
suyun en berrak tarafında bilinçsizce yüzüstü yatıyordu. gözlerini diktiği kuma oyunlar oynuyordu aklı. bir kaç kırık midye kabuğu vardı ve yüreği ağzındaymışcasına atarken saçları suya dağılıyordu. elleri uyuşuyordu kızın ve zihni hala bulanıktı, tek bir ''O'' fikri vardı ortada.
kimseye beslemediği sadakat. kimseye duymadığı güven, yanlış zamanların, yanlış denizlere döküldüğü yerde sadece dalga oluyordu beden. en nihayetinde büyüydü bu yaşananlar. kimse bozamıyordu çünkü kimseler bilmiyordu..
suda takla. kafasını kaldırmasıyla oksijeni ciğerlerine çekmesi bir oldu. ve tuz bir miktar ciğerlerine doldu. canı yandı sandı çocuk, ama kızarık gözleriyle gülümseyince kız, çocuk da rahat bir nefes aldı.
hani başlangıçlar her zaman bitişi barındırır içinde. ama kimse başlarken düşünmez bunu. enteresan insanoğlu; bilinç başlarda hep kapalı, duygusal tüm zamanlar, anlamlar yüklü her eşya. ama zaman açıyordu işte usu. kimse ölene dek mutlu olamıyordu..
kız daha çocuktu hani. salak saçma çocukluklar değildi, sadece kırılgandı hala. acemiydi ve alabildiğine güzellik akıyordu şapşallığından. çocuk hep dayanaktı kıza, kız çoğunlukla ilgi alanlarını değiştirip duruken. çocuk uzundu ve sessizdi..
nereden nasıl başlandığı meçhul, garip bi çekim. deniz her yerde ''Bir'' di ama akıntılar hep ters.
içlerinde hep bir yaşanmamışlık hissi; elma tatlı, elma çekici.
sadece sarılıp uyuma isteği bir yerde zamansız. denizlere dökülme isteği umarsız.

gözünü açtı..gülümsedi kısarak gözlerini, iki omuzda iki ben gördü aynada. ellerini omzunda gezdirdi. içinden tüm iyilikler geçti..bir erdem değildi belki, ama düşünceydi ve yasak değildi düşünceler. idealar dünyasıydı bu ve tüm doxalar büyüydü.

bir kız bir çocuğu severken denizlerde kayboluyordu bilinçler. hesaplar yapılmıyordu zihinden. en saf hali değildi ama en karmaşasız sevgiydi aradaki. ve zaman tüm formları kazandırıyordu sevgiye, yaşanmışlık hissiyatı haricinde..