Mart 15, 2012

Knut Hamsun/ Açlık

Norveçli yazar Knut Hamsun’un, Amerika’dan ikinci kez dönüşünde 1888’de kaleme aldığı ancak tamamlanmış şekliyle 1890’da çıkan kitabı. Uzun yıllar boyunca makalelerini yayınevlerine kabul ettirme niyetiyle çabalamış Hamsun’un, çoklukla yenik düşüp de yazdıklarını tomarlar halinde yırtması, yakması ama yine de yılmamasının hikayesi bu.

Açlık, bir çile kitabı aslında. Knut Hamsun’un vazgeçmemek adına neler yapabildiğini gösteren bir kitap. Hamsun gibi güçlü iradeye sahip olmayanın üstesinden kolay kolay gelemeyeceği, aylar yıllar boyu bitmek bilmeyen çileli günlerin davası. İskandinav soğuğunda, açlıktan bez, urgan kemirmenin ağızda bıraktığı tat kadar gerçek bir kitap hem de. Yarı uyanık bilinç kayıplarının, sadece kalem mum ve kağıt parasına gündelik işlerde çalışmanın, yumruğunu yemedikçe kimsenin bırakıp gidemediği o garip şehir Kristiana’da aç acına sürtülen günlerin ifrit dolu romanı. Roman içinde akan hayatı; yolları, at arabalarını, sokak lambalarını, istasyonları gerçekten gördüğünüzü sandığınızda betimlemedeki ustalığı da fark edeceksiniz. İsveç’ten henüz döndüğümde okumuştum. Taze İskandinav soğuğu üzerine beni ayrıca etkiledi sanıyorum.

Bu arada çevirinin Behçet Necatigil’e ait oluşu kitabı ayrıca değerli kılıyor, söylemeden geçmeyelim. Üzerine daha fazla yorum yapmayacağım, ancak şu alıntıya yer vermesem olmazdı sanıyorum:

“Fakat yine durdum. Aklın alamayacağı kadar zayıf olmalıydım. Gözlerim çukura batmış, kafamın içine gömülmüştü. Yüzüm nasıldı acaba? İnsanın, henüz yaşarken, sadece açlık yüzünden çirkin, korkunç biçimlere girmesi, çok rezil bir şeydi, çok rezil! İçimde o çılgınca öfkeyi yeniden hissettim; son parlayış, son deprenişti bu. Allahım, bu ne surat böyle? Memlekette eşi benzeri bulunmayan bir kelle götürüyor, Allahım, bir hamalı tuz-buz edecek güçte bir çift yumruk taşıyor ve Kristiana şehrinin göbeğinde, suratım suratlıktan çıkacak kadar açlık çekiyordum! Ne işti bu! Bir beygir gibi, ha babam, kendimi zorlamış, gece gündüz, gözlerim önüme akıncaya kadar okumuş, çalışmış, beynimdeki zekâyı açlıklara akıtmıştım! Ne geçmişti, lanet olsun, elime? Sokak sürtükleri bile, bu manzaradan kendilerini koruması için Tanrıya yalvarıyorlardı. Fakat artık buna bir son vermek gerek… anlıyor musun? Son vermek gerek, şeytanlar görsün yüzümü!.. Sürekli büyüyen bir öfkeyle, bitkinliğime içerleyip, dişlerimi gıcırdatarak, ağlaya küfrede, sendeleye tökezleye yürüyor, yanımdan geçenlere dikkat bile etmiyordum. Kendime işkence etmeye başlamıştım yeniden. Alnımı bile bile sokak fenerlerine çarpıyor, tırnaklarımı avuçlarıma batırıyor, düzgün konuşamadım mı, öfkemden kudurarak dilimi ısırıyor, canım yandıkça deliler gibi gülüyordum.”