Ekim 17, 2010

25

Günler geceler geçti gitti. Gözlerimizin asılı kaldığı tarihlerden bu güne çok yol geldik. Biraz durulduk sanırım ve korkularımız kadar asiliğimiz de törpü yedi. Az görüşüyor, az film izliyor, az laflıyoruz. İşinde gücünde insanlarmışız gibi..
Sanki bir işi evladıymışcasına sahiplenmiş gibi. Oysa özgür kalabilsek, aklımızda gitmek fikri, geri dönmek?

Az yazıyorum, az yazıyor. Artık yok evet. Anlamlandıramadığım bir özlem duygusu. Neye olduğunu bilmiyoruz.Yatakta cebelitarıktayım ve ekim ayında su sıcak olmalı Hayıtbükü'nde. Gündelik kıyafetlerle sırt çantası özgürlüğü, tuzlu su kaşıntısı yok artık. Ve elzem değil o gereken şeyler.

Kitap okuyorum yazmıyorum mesela. Görüyorum, rahatsız oluyorum yine de susuyorum artık. İki hece susup geliyorum, konuşmuyor ve anlatmıyorum. İstanbul'un ezici hükümranlığında, kendimi kış gelmeden onarılması gerekli duvarlar gibi akıtıyorum. Gözlerim akıyor, çok yağmur yağıyor ve nemleniyor odam. Omuzlarımız mercan değil küf kokuyor artık. Ne yazık, son naftalin kokusu dedemle birlikte gitti. Olsun demek de yok artık. Çocuk..

Naifliğinden sual olunmaz, gülümseyerek susuyorsun. Susuyoruz, içiyoruz, yeniden..

Şarap susuzluğunda bir sabah çatlıyor dudaklarım. Kış geliyor ve battaniye yetmiyor artık. Yaşlanıyorum sanıyorum. 15-16 yaşlar kadar hatırlıyorum,
düşünüyorum o zamanların 20'li yaşlar merakına şaşıyorum.
Gözüm dalıyor sonra, annem öpüyor, babam gidiyor, kardeşim suskun.
Zor artık sevgileri yaşatmak.
Anlıyorum, yitiyor değil mi masumiyetimiz?
Farkındayım, hadi..

Dikişlerin tutmadığı yerlerde yaşıyoruz artık. Tüm balkonlar havadar değil ve naylon artık heves. Uyku yırtığında, karın ağrısı. Dimağında uygunsuzluğun, el pençe yine..
ah olmuyor metazori.

Evet, tekrarlıyor yaşlarım kendini.
Ama bir yaşı doldurmanın ötesine gittim ben dün.



17.10.2010 saat: 03:47

Eylül 30, 2010

an error has occured.

Archive..

İlk defa, 28 eylül akşamı İstanbul'daydı.Uzun zaman sonra tam da alerjim tavan yapmışken ve zaten bitkin haldeyken gittik Maçka'ya. Tam olarak hatırlamıyorum ama 9 civarıydı sahne aldıklarında ve biz zaten en önde korumaların dibine konuşlanmıştık bile. Aklıma gelen ne varsa çaldılar..hani başka bişey dileseymişim olurmuş. şu çok klasik büyük grupların hiç biri konserlerinde en bilindik parçaları çalmaz ya. halt etmiş hepsi..setlistine öleyim be. adamlar ne varsa çaldı, coştu ve kendilerinden geçtiler. bi ara ağzımız açık kaldı resmen. Dave Pen'e ve Maria'ya başarılı vokallerinden ötürü hayranlığımızı, elektroda Steve Harris'e ise burnumun dibinde attığı löp şökelle sololardan ötürü şükranlarımı sunuyorum. Giderken onca çığlığa, ıslığa ve alkışa ithafen "yine geliriz ki:)" gülücüğü attınız, biliyorum.

Sırasıyla controlling crowds, fuck u, you make me feel ve mükemmel vuruş "lights"..Sevgili arkadaşım puduhepa ilen avel gibi önceden kare kare foto çekip şarjı yuttuğumuz için lights çalmaya başladığında aklımızı yitireceğiz sandık, evet. Be aklıselim! ne diye düşünmezsin şu güzelim parçayı videoya çekmeyi de ayırmazsın ona bataryayı. Yine de şarkıyı kopuş anına kadar çektik lakin yetmedi tabi..Aveliz evet:/ Sonra teşekkür edip gidermiş gibi yaptılar(: tabii ki geri geldiler canlarım bis diye çaldığınız 4 parçanın 3 ü de aklımdan geçen mi olur ya bise çıkılıp 4 tane babalar gibi parça çalan hangi grup var söyleyin. Words on signs: ciğerlerimiz acıdı be Dave. Ya gözlerimizin boncuk boncuk oluşuna ne demeli? Bullets ve ardından Again ile bitirirken bizim ev çok büyük hepinize yeter nolur gitmeyin ulean diye haykırışlarım. ve sesimin adeta bir transeksüel tandansı yaratması. Acı acı koydu velhasıl. Konserler ve şarkıların insan bünyesi üzerindeki etkilerini anlatmak her ne kadar saçma gelse de buraya da yazayım istedim. Yazayım yazayım ki yıllar sonra blogger felan çökmezse açar okurum torun tosuna. di mi?
..

Bu arada o kadar fotograf ve bir yarım video var dedim. şuraya koymak isterdim nacizane ve fekat nahlet gitsin bilgisayarım yine bozuldu. daha doğrusu şarjında problem var. tekrar ulaşınca koyacağımdır. sanırım bataryalarla ilgili ciddi bir sorunum var. evet bitti.

Eylül 21, 2010

in a manner of speaking

Eylül ayının yirmisini yirmibirine bağlayan gece.
gündüz pastırma sıcağı, gece yağmur.

..
peki ya okula tekrar başlamak? bir ayağım okulda olmalı benim, evet. 7 yaşından bu yana hayatımı öğrenci olarak geçirdiysem bir alışkanlık olarak buna devam etmek isteyişim yadırganmamalı bence. okulun bünyemde bir bağımlılık yarattığı konusunda ciddiyim. çok başarılı bir öğrenci olduğum söylenemez. özellikle ortaokuldan sonra gayet ortalama bir öğrenciydim. muğla'da üniversite okumanın transcripte yaptığı negatif etkiyi açıklamaya kalkışmıyciğim. Lakin yüksek lisans mülakatında bunca sene okuyup 2.34 ortalama mı getirebildin diye adama sormuyor değiller.. Cevap olarak: sen gibi okul hayatım boyunca ineklemedim lebraam! gezdim, tozdum dolu dolu yaşadım vize final haftası eve kapandım, ama dört sene tatil yaptım diyemiyosun bittabii(:
..
ay amaan neyse.
..
by the way:
even if without meeting, you always want to know somebody. is he/she ok?

Eylül 09, 2010

Bi şarkı dinledim..


Bayram, mayram.
İstanbul'a geri dönmenin en kötü yanı, geride güneyi bırakmak sanırım.
Hiç bi zaman sevemeyeceğimi düşündüğüm bu şehirden bi gün gelip tüm sevdiklerimi alıp kaçacağım. Tabii ki Datça'ya yerleşeceğim. Uzun sabah yürüyüşleri yapıp, çok yüzeceğim, gölgede okuyup, bahçede uyuklayacağım.
..
Şu sıra kulaklarımda hep aynı şarkı. The Dears-Lights off.

Five in the morning, you know we couldn't sleep.
Might be inspiration but it's been this way for weeks.
And weeks. And weeks. And weeks. And weeks.
Do us all a favor; admit the defeat, through the back of the head.
And maybe we'll sleep with the lights off.

"Bring me a glass of water. It must be good and clean."

I'll chug it with the dosage that I'm not to exceed.
And leave the hat on the bed. Leave the hat on the bed, leave the hat on the bed, leave the hat on the bed, leave the hat on the bed.

And maybe we'll sleep with lights off.

Turn out the lights. Just hold me tight.
Sleep through the night, could you, with me?

Foto: Soida, Broadstairs-Kent-England-16.08.2010
PS: The Dears can'dır.

Eylül 07, 2010

To build a home.

içimden "ahanda burayı benim için yazmış" diye geçirdiğim. Perec okumanın geçmiş zaman yaralarına, topikal merhem etkisi. Can çektiren yaşamlar ve içten içe özenilen kahramanlar. Daha sonra kitabı eleştireceğimdir ve fekat şurayı alıntılamadan geçemedim.



"Postadan gelen zarfları açacaklar, gazetelere göz gezdireceklerdi. İlk sigaralarını yakacaklardı. Dışarı çıkacaklardı. İşleri, sabah yalnızca bir kaç saatlerini alacaktı. Öğle yemeğini yemek üzere buluşacaklardı; havalarına göre ızgara ya da sandviç yiyecekler, bir sokak kahvesinde kahve içecekler, sonra da yürüyerek ağır ağır eve döneceklerdi.
Daireleri pek seyrek düzenli olacaktı. Ama düzensizliğinin bile çok büyük çekiciliği bulunacaktı. Bunu dert etmeyeceklerdi; yaşayacaklardı orada. Çevrenin konforu onlara kazanılmış bir olgu, temel veri, doğalarının bir hali gibi gelecekti. Dikkatleri, ilgileri başka yerde, açtıkları kitapta, yazacakları metinde, dinleyecekleri plakta, her gün yeniden başlayan karşılıklı konuşmalarında olacaktı. Sinirlenmeden, acele etmeden, suratlarını buruşturmadan uzun zaman çalışacaklardı. Ardından da akşam yemeğini yiyecekler ya da akşam yemeği için dışarı çıkacaklardı; arkadaşlarıyla bir araya gelecekler, birlikte gezeceklerdi.
Zaman zaman, kitaplarla dolu bu duvarların, tümüyle eve uydurulmuş, öyle ki sonunda kendi kullanımları için yaratıldıklarına inandıkları bu eşyaların, bu güzel, yalın, tatlı, ışık saçan nesnelerin arasında tüm bir yaşam uyum içinde geçirebilirmiş gibi gelecekti onlara. Yine de buraya zincirle bağlı gibi hissetmeyecekleri kendilerini; bazı günler serüvene gidecekleri. Hiçbir tasarı olanaksız gelmeyecekti onlara. Ne hınç, ne acı, ne de çekememezlik duyacaklardı. Çünkü olanakları ve arzuları her zaman, her noktada uyuşacaktı. Bu dengeye mutluluk adını verecekler ve özgürlükleriyle, sağduyularıyla, kültürleriyle, ortak yaşamlarının her anında onu keşfetmesini, korumasını bileceklerdi."
...

Ağustos 10, 2010




evet. yerin dolmuyor. terkedip her şeyi koşsam, uzaklaşsam dahi.

Her neyse işte.. özledim seni o kadar.

Temmuz 26, 2010

*zayiat


kafamı boşaltamıyorsam tüm dengelerim şaşıyor.
bir nevi runtime error yaşıyorum evet.
saçmalıyor ve ortalarda sürünüyorum.
ne kötü:/
çok yorgun olduğu halde uyuyamayan insanım ben.
ve göz altı kapatıcıları bir zıkkıma yaramıyor.


zaiyat: Brick Lane'den bir kare, soida.

Temmuz 22, 2010

Istillmisssomeone

aradan çokca zaman geçti.
sonra ben tam da gitmeye hazırlanıyorken bilgisayarım bozuldu ve anneminkini almak zorunda kaldım. Haliyle yılda en fazla bir kez kullandığım gmail şifremi hatırlamadığımdan bloga uzun süredir giremiyordum(zira kendi bilgisayarımda otomatik hatırlatmadaydı). bugün ikincil posta felan derken aniden kurtardım şifreyi tam da umudu kesmişken.

nerede kalmıştık? hatırlamıyorum ama susamışım.

haziran sonu gibi iş yeriyle sözleşmem bitti ve İngiltere'ye geldim.
önceden şehir, okul, ev felan ayarlanmıştı zaten.
Kent'te bir sahil kasabasındayım. müstakil, en fazla iki katlı evlerin bulunduğu, uzun bir sahil ve bi kaç tane pub a sahip bir yer burası. Bol martı sesi, okyanus havası, sayamadığım rüzgargülleri. Hava açık olduğunda Londra'dan daha yakın olarak Fransa sahilleri görünüyo. Henry the eight paşazade buradan çıkarma yaparmış vaktiyle Fransa'ya.
...
Bu arada kuzeni evlendirdik geçen haftasonu 3 günlüğüne gidip geldim İstanbul'a. ama ne yolculuktu..rüzgardan tren seferleri iptal oldu. underground metroda, havalimanında bi dünya atraksiyon. az kalsın panik atak nöbeti geçirecek ve kendimi yerden yere atacaktım thy sağolsun bayağı bi yokladı sinirlerimi.sonra kınaydı düğündü derken ayaklarım hakikaten su topladı dans etmekten. çok eğlendik ve eve döndüğümüzde ağladık da. kuzen kavramı bizim ailede kardeşe eşit olduğundan ve geniş bir aileye sahip olduğumuzdan bir garip hallere girmedik değil. neyse evliliğe olan inancıma girmeyeceğim. deneyenler mesut bahtiyar olsun. orası ayrı.
...
sonra kurs ağustos sonu bitiyor. ve ismi lazım değil reklama girmesin istanbul'da bir özel üni.de hali hazırda kabul edildiğim master programına kayıt yaptırmama kararı aldım. çok istediğim ve bi hayli de uğraştığım halde buz gibi soğudum. ticari kaygılarını o kadar çok belli ettiler ki bölüme ve bölüm hocalarına olan inancım uçup gitti resmen. şimdilik burada kalıp vizem bitene kadar londra'da yaşama kararı aldım. bakalım kısfmet. ilerde çalışıp burada devam edebilirim. ama biraz karışığım bu konuda. zaman diyorum.
...
bu arada bloga giremesem de kimler gezmiş diye arada sitemeterden mail geliyo ya hani. orada gördüm. düzenli olarak burdur'dan biri ziyaretçim var. enteresan.selam olsun.
...
ayrıca sanılanın aksine burada hava gayet iyi, güneşli. zira yaz yaşanıyor burada da. İngiliz insanları da soğuk felan değil. arada bir mesafe var evet olmalı da. ama bu soğuk oldukları anlamına gelmiyor.Buradaki ilk günümde daha markette adres sorarken "Hi gorgeous!" selamı çakan delikanlıya da selam olsun.
...
son olarak
"annemi özlüyorum. özlemi annıyorum."
anne özlemi in. memleket özlemi out.
Weren'in de dediği gibi geride özlenecek tek varlık: Anne.

Mayıs 30, 2010

sound check


uzun süredir yoktum. çalışıyorum. bu gerçekten "yokum" demek oluyor. rutin ve giderek azalan verimlerde geçiyor günler. yazmaya değer bulduklarım işin zor ve çok zamanlı oluşu sebebiyle rafta unutuluyor. ama arada güzel şeyler olmuyor değil.kötü şeylerden kaçtıkça işte. ilk molada gülmek için sokakta oluyorum. gerisi eş-dost.



....
hiçlik.
iç etmiş yerlerine yapışsın artık.
olmuyor metazori.
bir sıra gidip geliyorsun.
kolun kalkmıyor.
hiç negatif cümleler bunlar.
yıkıl karşısından.

içinden de.

bu resmi pınar yaptı. benmişim o. üzüldüğümde öyle oluyomuş suratım.

Mayıs 03, 2010

03:37

Hope there's someone
Who'll take care of me
When I die, will I go

Hope there's someone
Who'll set my heart free
Nice to hold when I'm tired

There's a ghost on the horizon
When I go to bed
How can I fall asleep at night
How will I rest my head

Oh I'm scared of the middle place
Between light and nowhere
I don't want to be the one
Left in there, left in there

There's a man on the horizon
Wish that I'd go to bed
If I fall to his feet tonight
Will allow rest my head

So here's hoping I will not drown
Or paralyze in light
And godsend I don't want to go
To the seal's watershed

Hope there's someone
Who'll take care of me
When I die, Will I go

Hope there's someone
Who'll set my heart free
Nice to hold when I'm tired