Ağustos 27, 2008

kimse sevdiği işlerle uğraşmıyordu.


herkes sadece bir gün gerçekten mutlu olabileceği hayaliyle çırpınıyor kimse bir yere varamıyor çokluk çıkan ilk fır'sat'ta hayallere el sallanıyordu . herşeyin ileriye dönük planlar dahilinde işlediği yerde zaman kavramı pek de mukteza değildi hani. ve en çok içimizdeki geleceğe ait endişe yakıyordu canımızı.
ya kopacaktık tüm bu planlı psikopatlıktan, kopuk yaşayıp kopuk ölecektik. ya da sorumluluğa boğulup birer robota dönüşecektik. ama seçimler bizim seçimlerimizdi ve sonuçlarına katlanmak zorundaydık evet. ya baştan empoze edilenler, seçimlerin sonucu değil ki onlar tepeden yağıyorlar.
ne kadar fazla sorumluluk o kadar çok yük.
ne kadar az sorumluluk o kadar çok surat, o kadar çok aylak, yaramaz etiketi.

biz çocukken, çocuklara sorumsuzca gezebilme hakkı tanınmalıydı oysa. günlerce değil belki ama çocuk olduklarının farkına varabilecekleri kadar.
hep başarı zorunluluğu, mükemmeliyetçilik savaşı. sunulan düzene ayak uydurma zorunluluğu, kimselere yenilmemek için ezme, sürreal mutluluklara tamah edip gülme, ele güne karşı yalandan kurgulanmış hayatlar yaşama sorunsalı.
işin garip tarafı;
kimse istemezdi böyle hayatlar yaşamayı.
nereden geliyordu bu antagonizma?
bize öğretilen değil miydi; gerçekte her bi şey ya beyaz ya siyah..


güzel foto için Akın' a sonsuz teşekkür..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

tefsir