Nisan 30, 2008

yola çıkmadan..


hiç vaktim olmadı ki benim.
yüzümü astıkça kararıyordu ya dünya,
elimde değil tüm bu olanlar bilirsin. herşeyden önce dosttuk ya biz.
yine, bir tek sana ağlıyorum bak.
evet hala öyleyiz.
bir şeyler dönüp dururken etrafımızda biz hala kalabildiğimiz kadar insan,
yaşayabildiğimiz kadar düzgün.
tüm kural ve yaptırımlarına karşın..
...........................
uzaklaşıyorum şimdi ben, bi kaç günlüğüne.
bugün benim değil, bizim değil..
ama geleceğim, mesafelerin fütursuzca uzayışına bile aldırmadan.
istanbul'a giderken tüneller oyulacak, yol yapım çalışmaları, temel iyileştirme çabaları başlatılacak. izinsiz kat çıkmayacağım, söz. moral balkonları açacağım göğsümün kafesine.
ben yine bana döneceğim.
sen yine yanımda, biz yine hep beraber aynı kafa, ama 3 farklı tat değil mi?


sonra sen 'bi kahve içelim mi?' diyeceksin.
ben 'sırası değil' diyeceğim.
ama hep moulin rouge içeceğim..

Nisan 27, 2008

n'aber ya?


bugün günler sonra tam da nisan bitmeden yağmuru tekrar gördü muğla.. hava bozuk atsa da sevindim, şoka kadar gidip geldim, param yetmedi kasada yoğurttan vazgeçtim. sokaklar herzamankinden daha fazla is koktu yağmur kokusuna karışıp..mintiden çıkma ibrahim erkal resmine gülerken, ekmeğin ucunu kırmak istedim, sakızımın tadı henüz yerindeydi, vazgeçtim. kazıkçı Taş market'e girmedim bilerek. herşeyi daha pahalıya satıyo şerefsiz, ulan tamam küçük esnafı da korumak lazım ama bu küçük esnaf ondan 100 bundan 50 kuruş daha fazla derken iliğimizi kurutuyosa daha ne kadar dayanabiliriz ki..kapısının önünden geçerken gözgöze geliyoruz, ellerimde şok poşetlerini görünce sigarasından bi nefes alıp (gözlerini işte tam da sigarayı çektiği noktada tıpkı bir esnaf gibi kısarak) pis pis bakıyo, ben de bakıyorum bi süre manasız bakışarak ilerliyoruz. hani gözgöze gelinen anda karşıdakinin bakışlarından mana çıkarmaya çalışırken birden fazla baktığınızı farkedip ani bi manevrayla kafayı başka yere çevirirsiniz ya. o çöpü dökerken ben apartmana giriyorum. apartmanın girişi leş gibi kokuyo. kömürlükten gelen kedi miyavlamasına benzer bir ses otomatiğin sönmesiyle beraber hafif bi tedirginlik yaratsa da kendimi algılama gücü düşük asansöre atıp 4 e basıyorum. kanatlar kapanıp yukarı doğru çıkarken 4 rakamının hayatımdaki yerini sorguluyorum. uğurlu gelmiştir hep bana dört. ya da ben öyle sanmışımdır. ama severim 4'ü. ilkokuldan bu yana öğrenci numaralarımda hep 4 vardır misal. haklı bulmadığım allahın hakkını bile dört sayarım. hem sonra ilerde hep dört çocuğum olsun istemişimdir. yiyecek birşeyler hazırlamaya çalışırken, ezilen domateslere bile üzülen annemin aslında ne kadar duygusal bir insan olduğunu hatta ailedeki en duygusal insan olduğunu düşünüyorum. yemek bitip, çayını hazırlarken kaçırdığı dizinin tekrarını izlemek için salondaki yatağına yatırıyorum onu. mutfaktan salona konuşurken ses kesilince ellerim silip kapıdan uzanıyorum, uykuya daldığını görünce çayın altını kapatıp odama çıkıyorum. odam herzamankinden daha dağınık. muayyen gün sendromu idare ediyorum işte. odalar dağınık ve yatak hep açık olmalı özellikle böyle günlerde. başucumda kitaplar, tokalar, bir kaç eski not, fişler..
yağmur iyiden iyiye bastırırken fonda 1554 üncü defa

'last night I dreamt that somebody loved me'
bu şarkı bugün hep çalsın. gece yarılarına kadar.
tavan arası, cam kenarı, bir kaç taklacı güvercinin kanat sesleri eşliğinde nihayet akşam usul usul iniyor şehre. ve güneş hollywood tepesinin arkasında bir yerlerde batarken odaya kızıl akisler saçıyor, son cilvelerini oynar gibi..
dalıyorum gözlerime kızıl oyunlar.

uyuyorum ellerimi yastık altı yaparken.

Nisan 18, 2008

ne oldu şimdi..



anlatayım,

can dediğim birinden bıçak kesiği gibi uzak kaldım.
yitip gitti adeta dostça kurduğumuz cümlelerin aurası. birine dostane anlamlar yüklemek, onu hemen her planına başkahraman addetmek, on canın varsa birini ona vermek..sarhoşsa sarhoş olmak, ağlıyorsa oturup ağlamak ve gülüyorsa karınlarda sancı, yanma..
derken itiraf..ve şok!

nedir ki? iki dudak arasından çıkacak kelime, ne kadar endişe uyandırabilir ya da ne kadar onure edebilir; aşık olunmak..
nefes almak kadar insanca, dostlar birbirine aşık olamaz diye bi kural yok, evet. ilişkilerde esas olan dürüstlükse bu da kabul edilebilir bir itiraf, müteşekkirim.
sorun olan bundan sonrası..

diğerlerini hep boşverdik, kimin ne dediği umrumuzda değil, di mi?
ama daha şimdiden anladım ki hiç bir cümle birbirimize sarfettiklerimiz kadar can yakmayacak bundan sonra..artık t.şak muhabbeti yaparkenki vurdumduymaz tümceler yerini kontrollü kelime gruplarına bıraktı. hani gündelik, öylesine cümleler bile içine girdiğimiz bu mudil durumda canımızı yakmaya başladı.

ve yine anladım ki düşünmeden konuşmak iki kere yasaklandı..

düz bakmak yerine daha derin düşünmek ya da düşünmek yerine, zamana bırakmak..
zaman, en klişe lafı dönemin
ve yine yeniden içten içe kulak tırmalamakta.

olsun, bir an önce bi kaç yıl geçsin, 3 sene felan..

herkesin başka hayatlara yollandığı ama hala 'dost' kaldığı zamanlar gelsin.